KELİMELERİN BAHÇESİ

Edebiyat

 

Paragraf


Kısa boylu kadınlar, uzun boylu adamları; uzun boylu adamlar, kısa boylu kadınları; uzun boylu kadınlar, uzun boylu adamları tercih ediyor. Hiçbir seçenek kalmayan kısa boylu adamlar için ise gerçekten fark etmiyor.

Grafik: Tayfun Şimşek

Duvar 3 (Son)

Geldiğim bu yer neresi bilmiyorum. Kelimelerin anlamını yitirdiği, artık tükendiği yerdeyim. Keşke geçmişimle bir bağlantı kurabilseydim, şu olup biteni, üzerimde süregeleni hayallerimle ilişkilendirebilseydim. En güzel anların kokularını getiren bu rüzgar saçlarına dokunurken -sıcak havada- beni sadece soğuğuyla teselli ediyor gibiydi. Yanımda duvar ve bu sefer ötesinde o, anlatmaya başladım.

Önce hayatımda bir suçlu aramaya başladım. Sürekli suçu birilerine atıyordum ama  zincirin başını, her şeyin sorumlusunu bulmalıydım. Oturdum, düşündüm düşündüm… Önce kendimle başladım ama bir başkasına bağlanıyordu, sonra bir başkasına, ablama, üvey babama, anneme, sonra babama, babamın ölmesine, sonra kadere… Öyle kalakalıyordun orda! Peki kader; babam babasızdı, annem babasız, ben babasız sonra benim çocuğum da babasız, bu kadarı fazla değil mi?

Her şeyi değiştirebilecek tek bir kişi vardı, hiçbir şey yapmadı. Sadece ağladı, şikayet etti, memnun olmadı ve en çok da parayı sevdi. O yüzden yaşanacaklar kaçınılmazdı.

İyi birisi olmak için ahmak veya aptal olduk… Verilen her görevi, sorumluluğu hayatımızın en üst seviyesinde tutup yerine getirmeye çalıştık. Mesela viski içerken bir kadına sakso çektirmek yerine onu dinlemeye, anlamaya çalıştık.

– Bu geldiğin yer duvar. İstersen orada olduğu gibi kalır, istersen bu tarafa geçebilirsin, -dedi.
– Seni gördüğüme, duyduğuma o kadar sevindim ki, çok kötü ve zor durumdayım, -dedim.
– Sen benim gerçek olduğumu mu sandın?
– O kadar ahmak değilim, sen de herkes gibisin!
– Seni buraya, sınıra, bu duvara getirmek çok kolay oldu.
– Sağlam bir temelin üzerine tuğlaları dizersin sonra betonu atarsın ve son olarak boya ile her şeyi bitirmeden önce, duvar çatlamasın diye su dökersin. Sana hepsinin anlamını söylemeliyim: Temel büyüdüğün ev, tuğlalar ise kendi kurduğun; beton çaban ve üzerine döktüğün su da sevgi. Eğer sevgi olmazsa hep çatlaksın.

Grafik: Tayfun Şimşek

Tarih: 2025

Mevsim ve Zaman


Gidenin ardından bağırır içim; için için ağlar, kimse bilmez, anlamaz; halim nedir? Yok, kırık değil kalp; bir bütün olarak kütlesini üzerine bırakmış ruhumun.

Mevsimleri izler oldum, olduğum yerde. Bir Eylül günü gelen Sonbahar zamanını umursamaz yaprak, yeşilinin üzerinde güneş ışığıyla, hafif rüzgarla dans eder tüyleri. Bir zaman sonra bir nem ve daha sert rüzgarlar bekler onu ve yaprak tam olarak bilemez veda zamanını.

Her biri başka tane, durmak bilmeden yağan kar, doldurduğu çatıların üzerini hanelerin sıcaklığıyla terk eder kısa zamanda. Soğuk, sokaklara kalır, tenine hasret tenime…

Soğukların ardında sıcaklığıyla rengarenk bahar gelir; işte beni orda bırak; gül olsun mevsiminde, gülüş olsun; ne olur kokusu olsun.

Beni al Zaman’ın Tanrısı, bırak tozlu hatıralarıma; tekrar tekrar yaşayayım ya da götür beni, artık içimi acıtan bu sevdanın olmadığı yıllara. Ama beni burada kendi halime bırakma; tenimde bir ceza gibi uzayan, derinleşen çizgileri izlemek istemiyorum.

Ben hapsedildiğim yerden şehrin sana benzeyen yüzlerini izliyorum her gün. Ben yüzüme bakınca gördüğüm yüzünü özlüyorum. Ben derdimi kaldığım bu yerde; bir kuşun kanadına, gagasına anlatıyorum, o da sana gider bir gün; sana sensizliği anlatır biliyorum.

Grafik: Faruk Şişko
Müzik: One Man
Tarih: 22.01.2008

Duvar

Sarı saçları yüzünün şekline göre eğim almış, yanağının yarısına kadar yer tutuyordu. Saçlarının uçları, yüzündeki sivri görünüm çenesinde arttığı için sanırım dışa doğru sivrileşiyordu. Buğday teninde -siyah diyebileceğim- koyu mavi gözleri parlaktı; yüzüne mutlu ve kendinden emin insanların havasını katıyordu.

Sade kıyafetleri; bir kazak, uzun bir etek ve bir boyun bandından oluşuyordu, sadece iki renk seçmişti; siyah ve beyaz. Kulaklarında çok büyük küpeleri vardı; başka takı takmamıştı. Güzel olmak için renk cümbüşünü ve batılaşamamış yoz bir tarzı tercih etmiyordu. Zaten uğraşmasına gerek de yoktu.

– Ne kadar güzel gözlerin var. Benimle konuşmayı tercih etmek yerine manalı manalı süzmen -bu yüzden- daha mutlu ediyor beni -dedi, ben söylemem gereken şeyleri içimden geçirirken. Ahmak halim bu cümlesi ile yüzümde daha da belirginleşirken o devam etti:
– Ne güzel, yalnızsın sen; yalnız yaşıyorsun. Keşke ben de yalnız olabilsem -dedi.
– Evet, iki seçeneğimiz var değil mi? Yalnız olmak ve yalnız olamamak… Bence yalnız olmamak daha iyi. Yalnız olmayan bir insan yalnız kalma becerisini gösterebilir ama diğer seçenekte böyle bir lüks yoktur.

Dudaklarını sadece birkaç milimetre gerip gözlerine kattığı soyut bir parıltı ile hafif gülümsedi. Aslında bu gülümsemekten daha az etkili adını bilmediğim bir tepkiydi. Fransız usulü sade tarzda, kendilerini çekici kılan küçük ayrıntılar gibi bu gülümsemeden daha az etkili tepki, çekiciliğine taktığı bir takı olabilirdi.

– Yalnız kalmaktan şikayetçisin yani. Yalnız kalmanın avantajlarının yanında, senin aradığın ama sanırım fark edemediğin lüksü de vardır.

Belki bende de güzel durur diye onun gibi gülümsedim. Eminim yüzüme yapıştırdığım, taklit ettiğim bu tepkisiyle, onun bende yarattığı heyecanı, ona verememiştim.

– Avantajları ne? -diye sordum.
– Hayatındaki hiçbir eyleme kimseyi maydanoz etmiyorsun
– İyi, güzel… Peki benim göremediğim lüksü neymiş?
– Sen de istediğin zaman kalabalık bir caddede kalabalığa karışabilirsin -dedi.

Onlarla bir paylaşımım olmadıktan sonra bunun bir anlamı yok -dedim, söylediği tavsiyeyi aşmış, gereksiz bulmuş biri olarak, hafif sinirli bir tonda.

Sözünün kesilmesinden rahatsız olmuş gibiydi. Sanki beni hiç duymamış gibi devam etti:

– Evinde bir çiçekle yada duvarla paylaşabilirsin istediklerini -dedi.
– Ama bu tek taraflı olur.

Yüzüne tekrar gülümsemesini kattı. Bu sefer daha belirgindi. Başını hafif eğdi ve göz kırptı. Saçları dalga dalga başının arkasına doğru sallandı.

– Bir dene; göreceksin, karşılıklı olacak. -dedi.

Duvarı aldım karşıma. Her gün anlattım. Duvar çatladı, üzerinde çizgiler uzandı, rengi değişti. Anlattım, anlattım… Duvar artık tozlar çıkartmaya başladı. An geldi, söyleyeceklerim bitti. Duvar bitkin, yorgun, eskimiş, kararmış, vazgeçmiş görünüyordu; bana benziyordu. Duvar konuşmuyordu ama benimle beni paylaşıyordu, beni anlatıyordu: “Kimse karşımda senin kadar olamamış duvar, kimse dinlememiş beni, şimdi anlıyorum.”

Grafik: Tayfun Şimşek
Tarih: 02.06.2006

Ihlamur


Yüzümün her iki tarafında sakallarımın hizasını kontrol ettim. OKB yok bende ama karşımdakinde olur neme lazım. Sonra dudaklarımın üstündeki bıyıkları birkaç mm burnuma doğru kısaltarak dudaklarımı meydana çıkardım; çok nadiren de olsa heyecanlandığımda peltek konuşuyorum, dikkat dağıtmak gerek.

Yıkandım, duş gibi üç harfle tanımlamıyorum; bildiğin filmlerde günahlarından arınmak için dökülen 40 tas suyu döktüm kendime, paklandım. Artık üzerinde boya kalmamış rimelle sürekli gözlerime giren kirpiklerimi taradım, onla uğraşamam bi de! Çilek kokulu, kırmızı renk kremi dudaklarıma sürdüm; ne de olsa yeni macera hep çilek kokardı.

En üst düğmesi kapanmayan göğüs hizama kadar açık, füme rengi gömlek ve daha açık tonda gri kareli pantolon…

Beyaz çorap ve sivri burun, yumurta topuk siyah rugan ayakkabı; yok artık o kadar da değil!

Gökyüzü tam tepemde hala mavi, akşamüzeri olduğu için nemden ve uzaklarda şehrin kirli havasından olsa gerek rengarenk, dalga dalga gün batımına doğru kararıyordu. Bahçenin içinde, yükseklerde henüz zamanı gelmediği için silinmeyen ıhlamur ağacının dibindeki masaya oturdum. Yönümü bahçeye döndüğümde şimdi, sadece ıhlamurun kokusu, manzaraya döndüğümde ise göletin yaz sıcağındaki meltemine karışan ormanın kokusu geliyordu.

Çocukluğumun çay bahçelerini hatırlatan renkli lambaların süslediği yolda belirdi az sonra. O an cırcır böceklerinin sesi kesildi sanki ve ıhlamurun kokusu her duyduğumda bu anı hatırlatacak şekilde yer etti benliğimde; basit hikayeler, yanlış cümleler gölgemde kayboluyordu.

İki dirhem bir çekirdek halime yaklaştığında ise tam bir hayal kırıklığıydı yaşadığım. Düz, beyaz, salaş bir tişört; altında kot pantolon ve sanırım boyumu kompleks yaparım diye giydiğini düşündüğüm siyah taşlı bir babet. Saçlarını toplayıp çaprazlama bir kalem sokmuştu arasına.

Bazı insanlar o kadar şanslı ki iyi görünmek için hiçbir çaba sarf etmelerine gerek yok; özgüven yönünden torpilliler. İyi miydi bu şimdi yoksa ıhlamurun kokusu muydu bana bunu hissettiren bilmiyorum ama heyecanlanıp konuşamamak ihtimal dahilindeyken bu rahatlığa karşı susa kalmayı hiç tahmin etmemiştim.

Grafik: Tayfun Şimşek
Müzik: Ihlamurlar Altında
Tarih: 15.07.2020

Dağınık Sahil


Şimdi vücudumun birçok noktasından habersizim. Hayat diyorum; uzun, ince bir yol. Kimileri kenardaki ağacın dallarına asılıp sallana sallana tepmiş yollarını. Ben tutunduğum dallarda rüzgarla savrulmuşum hep ve bir gün, bir de bakmışım yolun sonuna gelmişim.

Nefesim ara ara daralıyor. Bacaklarım, lavaboya kadar yürümenin yorgunluğuyla ceza veriyor eskimiş damarlarıma. Ağzımda dişlerim tek tük; konuşamıyorum. Çocuklar, ne dediğimi anlamayıp ürkek ürkek gözlerime bakıyorlar. Etrafımdakilerin oflamaları kulağımda yankılanıyor; sesimi çıkartmıyorum. Sessiz ölümü bekliyorum. Karşımda çam ağaçları, dibinde taze toprak; yeni bedenler bekliyor. Her şey bana gideceğim yeri hatırlatıyor.

Azrail diyorum; mektubumu getireceğin günü bekliyorum. Çamların arasında bir çift sevgili yine… Beynimi yönlendiriyor gördüklerim; aklımda bir kaç an netliğiyle kalmış ve onlardan biri canlanıyor:

Dalgalar oturduğum yere bazen uzanıyor, bazen de gerilerde kalıyordu. Deniz yalnızlığa terkedilmişti. Yavaş yavaş üşüyordu; batan güneşle, hem kendi üzerinde, hem de üzerimdeki kalıntılarında… Dizlerimi birleştirip bacaklarımı kendime doğru katladım ve çenemi dizlerime dayadım son olarak. Denizin sonuna bakmıştım o gün. Sonra güneşi tenime çektim. Kızıllık uzaklarda bir çizgi gibiydi. Yanıma geldikçe dağılıyordu ve öylece darmadağın bana sokuluyordu. Bir sesle irkildim. Yarı ıslak iki bacak arkamda durdu. Parmakların altı kumlanmış. Tırnaklar neredeyse kare şeklinde. Ayak bileklerindeki kemiğin üzerine bir iki damar dolanmış. Dizlerine doğru buğday rengi teni daha da koyulaşıyordu. Daha fazla kendimi zorlamadan yeniden denize döndüm. Yanıma oturdu ve başını omzuma yasladı. Muhakkak yeni duş almıştı. Yumuşacık saçları yanık tenimi gıdıklıyordu. Bir kolunu belime doladı. Boşta kalan elini tuttum. O an çok uzun yaşamayı diledik.

Şimdi onsuz olan, böyle bir uzun ömür dilemediğimi düşünüyorum. Rüzgarla dağılan yaprakların sesini, kulağımda bir çınlama aldı. Kalbimin atışı giderek artıyor.

Grafik: Entre les Trous by Dominique Appia
Müzik: Nothing Else Matters
Tarih: 27.07.2001

tayfun.cc